Biyoenerji
Biyoenerji evrensel yaşam gücü kavramına vaktiyle Doğu Avrupa ülkelerinde, özellikle Çekoslovakya ve Sovyetler Birliği’nde parapsikolojik araştırmalarda bulunmuş bilim adamlarınca verilmiş addır. Bu araştırmacılara göre, biyoenerji; canlıların bedenlerinden, özellikle insan bedeninden çıkan, her şeye bağlanabilenn, denetlenebilen ve yönlendirilebilen bir enerji türüdür. Psikokinezide ve benzeri psişik fenomenlerde esas rolü bu enerji oynar. Terim ilk kez Avusturyalı hekim ve psikanalist Wilhelm Reich (1897-1957) tarafından kullanılmıştır. Fakat Reich terimi sadece “vücuttaki yaşam enerjisi” anlamında ortaya atmıştı.
Biyoenerji incelemelerinin yapıldığı Doğu Avrupa ülkelerinde biyoenerjiye dayalı birçok uygulama ve tedavi teknikleri geliştirilmiştir. Dr. Zdenek Rejdak, biyoenerjiye dayalı tedavi tekniklerinin esasını enerji dengesi bozulmuş hastaya, kendi yaşam (vital) enerjisini aktarabilen bir kişiden bu enerjinin aktarımı sağlanarak dengenin yeniden kurulması şeklinde açıklar. Aktarımın biyoenerji akımlarıyla sağlandığı ve uzak mesafeden de gerçekleştirilebileceği kabul edilir. (Viki Pedia)
Bioenerji, yaşam enerjisi, hayat akımı, doğal enerji demektir. Çin tıbbında buna “Çi veya Ki” (yaşam enerjisi),Tibet ve Hindistan'da "Prana'' denmektedir. Bütün canlı türlerinde var olan enerjidir. Yaratıcının bütün evrene ve canlılara verdiği hayattır. Bioenerji vücudu bir bütün olarak ele alıp hastalıkların tedavisinde kullanılır. Bir bakıma vücudun enerjisine akort ve balans ayarı yapılmasıdır.
Fiziksel, zihinsel,. ruhsal ve enerjetik bedeni bir bütün halinde ele alıp ayar verilmesi bioenejinin temelini oluşturur. Vücut direnç sisteminin güçlendirilmesiyle vücut enerjisinin dengelenmesidir. Bağışıklık sistemini güçlendiren ve vücudu şifalandıran bioenerji el değmeden uygulanır. Bu nedenle bioenerjiye temassız masaj da diyebiliriz.
“Bioenerji, evrende ve insanda var olan enerji akımının özel teknikler ile yoğunlaştırılarak ilaç, iğne, alet, cihaz, ışın kullanılmadan bioenerji seansı alan kişinin bedenine dokunulmadan aktarılmasıdır. Bozulmuş enerji akışını dengeleyen, hızlı bir şekilde onarılmasını sağlayan, zararı ve yan etkisi olmayan bir uygulamadır. “
Hücre zarı bitişiğinde yer alan elektrostatik ve elektromanyetik güçleri dengeleyen bir hayat akımıdır. İnsan, hayvan ve bitkilerdeki canlılık kabiliyetini sağlayan adeta bir elektriktir.
İnsandaki enerji alanlarını anlamanın sınırına gelmiş bulunuyoruz. Bunun işareti, penisilinle DNA kodlarının deşifre edilen sonuçlarının karşılaştırılmasıdır, belki de ortak yaşamın ve sağlığın ebedi değişimi ya da evrimi ile karşı karşıyayız. 80´li yılların ortalarında "Beden Elektriği" adlı kitabın yazarı olan Dr. Robert Becker enerji alanlarını araştırıyordu. Becker, öncelikle "yaşam bilgisi" gerekli diyor ve geleneksel acı tedavisinin eskidiğini, acının bilinçli bir doğal yaşam anlayışı ile engellenebilecek elektriksel bir olay olduğunu belirtiyordu. Şimdi yüzyılın sonuna gelirken, dünyanın her yerinde önde gelen birçok bilim adamı, hastalıkları iyi edebilecek enerji alanlarını keşfediyorlar ve gerçek başarılar elde ediyorlar.
Günümüzün modern bilimi birleşik enerji alanlarını yeniden keşfediyor. Antik Çin´de görünmeyen bir Meridyen sistemin dokulara nüfuz ettiği öğretilirdi, bu akıcı ve besleyici enerji kanallarına "Ch-i" denirdi. Ch-i enerjisi bedene akapunktur noktalarından girer ve organik yapılara nüfuz ederek, yaşam gücü getirir. Çinliler bu enerjinin akışı durduğunda veya dengesi bozulduğunda, organik sistemlerin bozulduğunu biliyorlardı. Benzer bir diğer kaynak Hindu Yogi literatürüdür, özel olarak enerji merkezlerine "Şakra" adı verilmiştir, sözcüğün kelime anlamı "Çarklar" dır. Fizik bedende en az yedi ana çakranın bulunduğu kabul edilir, anatomik olarak her ana şakra, ana sinir merkezleri ve ana endokrin guddeleriyle bütünleşir. Daha birçok küçük şakra vardır, bunlar ise bedendeki yapısal merkezlerle ilgilidirler; dizler, bilekler ve dirsekler gibi... Genel olarak insan vücudundaki majör ve minör tüm çakraların sayısının 360´ın üzerinde olduğu kabul edilir. Çakralar ayrıca, fiziksel özle yani hücrelerle de ilişkilidirler, "Nadi" adı verilen özel enerji kanalları aracılığı ile hücrelere ulaşırlar. Nadi, çok ince "süptil" ya da çok yüksek bir titreşimde var olan bir enerji türüdür. Çeşitli Hindu veya Tibet kaynağında, insan anatomisinde 72.000 Nadi enerji kanalı tanımlanmaktadır. Bu karmaşık ama kompleks sistem, fiziksel sinir sistemini bütünüyle kontrol eder.
Yaşadığımız ortamda; yüksek performans, motivasyon, konsantrasyon, yaşam sevinci ve tam sağlık için, bioenerji dengemizin mükemmel olması gerekmektedir.
“Sinir sistemimiz, doğadaki enerji dengesine uyum gösterecek şekilde programlanmış olduğundan, dengenin bozulmaması için irademizin dışında reaksiyonlar gösterebilmektedir. Ne yazık ki, yaşadığımız ortam (hava kirliliği, hormonlu gıdalar, zararlı elektromanyetik dalgalar, ozon tabakasının delinmesi vs.) yaşam tarzımız (aşırı stres, dengesiz beslenme, spor yapamama) ve öfke, korku, üzüntü gibi duyguları içimizde bastırmamız, enerji dengemizi ciddi şekilde bozabilmektedir. Bu aşamada; bedenimizin dili olan ağrı, uykusuzluk, çarpıntı, terleme, daralma, sinirlilik, yorgunluk, isteksizlik, iktidarsızlık gibi şikayetler belirmeye başlar. Meydana gelen bu rahatsızlıkların ana nedeni, vücudumuzdaki bioenerji dengesinin bozulmasıdır.
Bioenerjimizin dengede olması sadece hastalıkların şifa bulması için değil aynı zamanda hastalıklardan korunmak için de gereklidir. Bioenerjinin amacı enerji kanallarındaki tıkanıklıkları ortadan kaldırmak ve enerjinin doğal akışını tekrar sağlamaktır.
Bioenerjinin dengelenmesi; iyileştirmeye etkili ve ilginç bir giriş yoludur. Bu etkili yöntem bedenin bilinçsiz akıl ve enerjisi ile direk iletişime geçerek bizim idealimiz olan sağlığı ve iyi olmayı engelleyen kapıları açar. Yaşamlarımızdaki hastalık ve dengesizliğin köklerinin çoğunu geçmişimize olan eski duygusal bağlarımızı takip ederek keşfedebiliriz. Bioenerjinin dengelenmesi, bu bağları keşfetmemizi ve onlardan kurtulmamızı sağlayan bir yöntemdir. Bioenerjinin dengelenmesi; metafiziğin, psikolojinin bütünsel sağlık ve gıdanın, doğu ve batı tıbbının bir sentezidir.
“Kainatın ufak bir kopyası gibi görünen insan için; fiziksel, elektriksel, kimyasal, biyoelektriksel, biyofiziksel veya biyokimyasal enerji türlerinden bahsedilebilir. Bu enerji formatları sürekli birbirlerine dönüşmekte ve karşılıklı bir uyum içerisinde hareket etmektedir. Her an sürekli olarak devam eden bu akışkanlık; hem iç dünyamızda hem de dış dünyamızda devam etmektedir.”[1]
Bedenimizdeki en ufak birimler bile bir büyük sistemin parçası olarak hareket ederler. Bu ufak parçaların hiçbiri bağımsız veya kendi başına bırakılmış değildir. Bu şebekenin düzenleyicisi ve besleyicisi olarak kan dolaşımı ve sinir sistemi görev yapar. Sinir sistemi tüm vücudumuzu çepeçevre saran muhteşem bir sistem olarak karşımıza çıkar.
Sinir sistemi üzerinde sürekli olarak hareket eden ve akan bir enerji sistemi mevcuttur. Biyoelektriksel olarak görev yapan bu sistem bedenimizin, bilinçli veya bilinçsiz olarak içsel ve dışsal uyumunu sağlar. Bu enerji sistemi; bedenimizin içerisindeki ahengi, dönüşümleri ve uyumu aynı zamanda dış dünya ile de mecburi bir uyumu zorunlu kılar.
Dış dünyadan bağımsız bir insan bedeni mümkün değildir. Bu nedenle dış dünya ile de sürekli irtibatlı ve bağımsız olamayan bir yapı olan bedenimizin enerji etkileşimleri dış dünya ile de sürekli olarak devam eder.
Enerjiler aynı zamanda bir manyetik alan ve uzantılar oluşturur. Bu durum kainatla iletişim kurmamıza yardımcı olur. Herkes kendi manyetik alanı çerçevesinde kainatla iletişim kurabilir. Bu etkileşimlerin her biri enerji dönüşümlerinden ibarettir. Her ne kadar enerjinin birçok çeşidi varmış gibi düşünülse de enerji temelinde sadece bir çeşittir. Örneğin, hareket enerjisi elektriğe, elektrik enerjisinin ise yeniden harekete dönüştürülmesi gibidir olay. Ortaya çıkan kullanım durumuna göre kimyasal, biyolojik, fiziksel veya elektriksel türlerinden bahsedilebilir. Bioenerji denildiğinde bu öz enerjiden bahsedilmeye çalışılmaktadır. Çünkü bu enerji, tüm enerji türlerinin ve maddenin özü olarak varlığın devam etmesini sağlamaktadır.
Bilim ışığında Bioenerji
Batı kültürü, tarih boyunca teknoloji aracılığı ile bilimsel testler yaparak, ölçerek, biçerek, deneyerek anlasa da, anlamasa da çeşitli sıra dışı ya da sıra dışı zannettiği olayı değerlendirmiştir. Zaman içeresinde, bioenerji alanları çok tartışılmış, yeterli ve sürekli yaşanan veriler olmasına rağmen bir ölçüm veya tanımlama yapılamamıştır. Çünkü çakralar ve meridyenler, batı bilimcileri ve bilimi tarafından ilkel doğu kültürünün mistik yapısı olarak görülmüş ve reddedilmişlerdir. Ama son yıllarda, çakralar, akapunktur ve meridyenler ile beraber yeniden gündemdedirler.
Süptil enerji teknolojisi oluşmakta, ölçümler yapılmakta, varlıkları ve özellikleriyle önceki evren anlayışımıza yeni bir vizyon getirmektedirler. Aynı zamanda da, doğanın tanımlanması için yeni bir matematiğe ihtiyaç olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır; fraktallar ve algoritmik formüller farklı ve yeni bir dinamiği gösterirlerken, bio-enerji alanlarından gelen düzensiz ama sürekli titreşimler kaydedilmektedir. Kuantum Fiziği bize, maddenin özünün yani "cevher" in kendi halinde olmadığını ve gözlemlenemediğini söyler fakat daha ince yani süptil enerji parçacıkları organize edilmekte, sınırlandırılmakta ve tanımlanabilmektedirler. Fiziksel özün içine doğru yapılan daha derin bir araştırmada, bir veya birden fazla elektrik enerjisi ile veya enerji alanıyla karşılaşırız. Tüm madde örneklerinde, ağaç, kaya veya hayvan, hangisi olursa olsun bu alanlar vardır çünkü tümü parçacık, atom ve hücrelerden oluşurlar. Alanların her birisi sabit ve dinamik bir denge içindedirler; cevherin yoğunluğunun azlığı yani daha az katı maddelerdeki enerji alanı daha enerjik ve özel bir güç oluşturmaya daha yöneliktir.
Uyumlu titreşimler (rezonanslar) doğanın ilkel fizik bağlarıdırlar, her frekans veya frekans bandı, doğal ya da yaratılmış uyumlu bir titreştiricidir. Öte yandan, bir enerjinin titreşim türüne göre yankı yapısı yani titreşimleri özümleme veya etkileme yapısı veya karakteri anlaşılır. Kuramsal olarak, evrende var olan tüm frekans titreşimleri bedende mevcuttur ama bunların içinde saniyede milyar veya trilyon sayıda titreşen dönemsel titreşimler vardır ve ölçümlenmeleri şu an için mümkün değildir.
Yaşayan veya durağan, atıl olan her madde özü, ister mineral, ister kimyasal yapıda olsun kendi enerji alanında özgün bir titreşime sahiptir, bu onun imzası gibidir yani etkin veya sabit her titreşim, kendi alanında özgün bir karaktere sahiptir, böylece alanların ve titreşimlerin güçleri anlaşılır ve örneklenebilir. Alanın ana kaynağı çevresiyle beraber bir insandır, size ne olursa olsun, bunu önce enerjiniz algılar yani etki geldiğinde önce enerji alanınız delinir veya etkilenir ancak ondan sonra sinir sisteminiz bilgilenerek, beyne haber yollar. Enerji alanımızda yer alan bilgilerin ya da bilgi yüklü titreşimlerin miktarı, nörolojik bilgilerimizden binlerce, on binlerce kez daha fazladır ve bu bilginin kullanım hızı saniye ile dahi ölçülemez. Aynı enerji alanımız, bedenimizin sağlığı ile ilgili sayısız bilgiyi de içerir, bedenimizdeki sorunlarla ilgili dokusal ya da kimyasal bilgi veya nörolojik ya da patolojik bilgi bu alanda bulunur.
BİOENERJİ VE BEYİN
Beyin titreşimlerinin tespit edilmesinden bu güne kadar geçen yüz yıldan fazla sürede, çok büyük keşifler yapılamamıştır. Beyin hala tüm gizemleriyle karşımızda durmakta, tam olarak anlayamadığımız değişik dalga boylarında sürekli olarak titreşmektedir. Beyinde dört ana dalga boyu (Delta, teta, alfa ve beta) mevcuttur.
Delta; 0-4 hertz arasında olan, beynin en düşük titreşim şeklidir. Uykuda iken girdiğimiz bu dalga boyunda ortak bilinçaltı ile irtibat sağlandığını ileri sürenler bunun ispatı olarak da rüyaları örnek vermektedirler. Beynin en az çalıştığı bu dalga boyunda; çocuklar için büyüme, yetişkinlerde ise sağlıklı kalmayı sağlayan hormonların aktif hale geçtiği belirtilmektedir.
Teta; 4-8 hertz arasında bulunan dingin bir dalga türüdür. Ciddi meditasyon çalışmaları sonucunda bu dalga boyuna kısa süreli olarak girilebildiği ve teta dalgasının bilinçaltına girişin anahtarı olduğu söylenmektedir. Şifacıların, teta dalga boyuna kontrollü olarak girebilmeyi başarmaları nedeniyle şifa yeteneklerinin bulunduğu da ifade edilmektedir. Teta dalga boyutu için farklı bilinç hallerinin oluştuğundan bahseden kişiler de mevcuttur.
Alfa; 8–13 hertz arasında değişen, dünyayı ve gerçekleri algılamada en uygun olan beyin titreşimleridir. Gözler kapanıp, rahatlandığında ve dışarıdaki uyarıcılar azaldığında alfa boyutuna gireriz. Derin uyku ya da stres durumlarında bu dalga şekli görülmez.
Sağlıklı alfa üretimi, zihinsel beceriyi arttırır, zihinsel ahenge yardımcı olur, rahatlama duygusunu arttırır. Bu durumda elinizdeki herhangi bir işi başarmak için hızlı ve etkili hareket edebilirsiniz. Alfa hakim olduğu zaman kişiler kendilerini rahat ve sakin hissederler. Alfa bilinç ile bilinçaltı arasında köprü gibidir. Gevşemiş, rahatlamış normal insanlarda görülen başlıca ritimdir. Hayatımızın büyük bir kısmında, özellikle 13 yaştan sonra daha aktiftir. Alfa ritimlerinin, beynin beyaz maddesinden çıktığı söylenir. Beyaz madde, beyinde bütün parçaları birbirine bağlayan bir kısım olarak görülür. Alfa kişi uyanık olduğu zaman ortaya çıkar. Occipital bölgede (kafanın arka tarafı) ve frontal kortekste yoğunluktadır. Alfa dışa dönüklük (içe dönüklerde daha az), yaratıcılık ( yaratıcı kişilerde dinlerken ve yaratıcı bir problemin sonucuna ulaşırken alpha gözlemlenir) ve zihinsel aktivite sağlar.
Eğer alfa dalganız normal limitlerinde ise iyi bir ruh halinde olursunuz, dünyaya daha doğru bakarsınız ve sakin hissedersiniz. Alfa, sınıfta veya işte öğretilen bilgiyi öğrenme ve kullanma anlamında beynin en önemli frekanslarından biridir. Gözlerinizi kapatarak veya derin nefes alarak alpha seviyesini arttırabilirsiniz; Hızlı nefesler alıp vererek düşürebilirsiniz.
Araba benzetmemizdeki yeri alfa dalga seviyesi vitesin boşta olması anlamına gelmektedir. Alfa, bir işten başka bir işe kolayca geçmemizi sağlar.
Beta; 13 ve daha yukarı hertzlerdeki beyin titreşimleridir. Uyanık ve bilinçli olduğumuz haldir. İçinde bulunduğumuz dünyaya dair problemlerim çözümü aşamasında bu dalga boyunu kullanırız. Stres, korku, öfke gibi olumsuz duygularda bu dalga boyu artış gösterir. Çoğu insanda bu dalga boyu daha fazla görülmektedir.
Bu dört ana dalga boyundan farklı olarak, gama frekansı tanımı ise, 40 hertz ve üzeri beyin dalgaları için kullanılmaktadır. Üst seviye ve uzun süreli konsantrasyon çalışmaları sonucunda üretildiği belirtilmektedir.
Beyin dalgaları; içinde bulunduğumuz ruh halimize göre değişkenlik gösterir. Dolayısıyla, ruh halimiz üzerinde yapacağımız bilinçli manipülasyonlarla etkilerle; hem bedenimiz hem de beyin dalgaları üzerinde etki mekanizması oluşturabilmek mümkündür.
“Dalgaların boyları yükseldikçe, beyin yarımküreleri arasındaki senkronizasyonun azaldığı görülmektedir. Beta dalga boyunda ortaya çıkan yarımküreler arasındaki farklı frekanslar düşük dalga boylarında görülmemektedir. Düşük frekanslarda beyi yarımküreleri birbiriyle senkronize çalışmakta ve bu uyum kişinin hem bedenine hem de ruhsal durumuna yansımaktadır. Senkronizasyonun tam eşgüdüm sağlamasıyla farklı bir huzur hali oluştuğu da iddia edilenler arasındadır.”
Etrafımızda insanlar sürekli olarak farklı beyin dalgalarıyla birlikte hayatlarını sürmektedir. Genellikle olumsuz duygulara sahipsek beta ve gama dalga boylarında yaşamaktayız.Çok öfkeli olduğumuzda veya korktuğumuzda sanki üzerimizde büyük bir ağırlık varmış gibi hissederiz. Beynimizin lobları arasındaki eşgüdümsüzlük bizi rahatsız eder. Ying ve yang arasındaki dengenin bozulmasıyla eşgüdüm çabaları sürmeye devam eder. Karşıtlar arasındaki denge bozulmuş ve uyumsuzluk ortaya çıkmıştır. Ying veya yangdan herhangi birisi değerinden kaybetmeye başlamıştır. Dış evrenin ve sorunlarımızın anlamı kendi zihinsel süreçlerimizden çok da uzak olmadığından varoluşumuzu tehlikeye atar.
Düşüncelerimiz üzerinde etki mekanizması oluşturarak veya alternatif çalışmalarla insan bedeni üzerinde bir olumlu etki oluşturma yönündeki çalışmalar sürekli artmaktadır. Birçok ülkede artık olağan çalışmalar arasına girmiş bu çalışmalar her geçen önemini de hızla artırmaktadır. Enerji uzmanları, nefes atölyeleri ve psikoterapi çalışmaları her zamankinden daha kıymetli hale gelmiştir.
Enerji çalışmaları içerisinde sayılabilecek çalışmaların tamamında yapılmaya çalışılan şey karşıdakinin; beyin frekansını uygun pozisyona getirmek veya kendi beyin dalgalarımız ile karşıdakine yardımcı olabilmektir. Karşıdaki insanları uygun beyin dalgasına getirebilmek için birçok yöntem mevcuttur. Bunun için ses, ışık, dokunma gibi teknolojiden faydalanılarak oluşturulabilen uyarıcılar kullanılabilir. Çevremizdeki uyarıcıların olumlu etkisini kullanmak isteyen enerji uzmanları; doğa sesleri veya farklı müziklerle birlikte uygulamalarını yapmak istemektedir. Rahatlamayı sağlama için uygulama yapılacak ortamın ışık ve renk tasarımını uygun hale getirmeye çalışmaktadır.
Ancak uyarıcılarla çalışmak onların zannettikleri gibi o kadar da basit değildir. Aslında amaçlanan şey basittir; karşımızdakini daha aşağı beyin dalgalarına çekebilmektir. Bu konudaki çalışmalar 1950 yıllarında başlamıştır ve beyne gönderilecek uyarıcılarla aynı şiddette iki beyin yarımküresini birlikte uyarması mantığına dayanmaktadır. Aynı mantıkla, ışık ve dokunarak oluşturulacak belirli ritimler yardımıyla karşımızdakilerin beyin dalgalarını değiştirerek onlara yardım edebilmek mümkündür.
Ritmik uyarıcıların hayatımızdaki öneminin; saniyede 13 salınımlı ışıklı göstergelere bakmak zorunda kalan avcı uçağı pilotlarının kazaları sonucunda ortaya çıktı söylenmektedir. Bu ışıklı göstergelerin, pilotları; alfa ritmine çektiği ve uyku durumuna yaklaştırdığı ifade edilmektedir. Yapılan çalışmalar sonucunda bu şekilde ışıklı gösterge sisteminden vazgeçildiği belirtilmektedir.
Beyin dalgalarıyla ilgili yapılan çok fazla sayıda çalışma ve iddia bulunmaktadır. Dna yapısı ve duygularımızın etkileşimi, DNA yapısı ve fotonların etkileşimi, beyin dalgaları ve elektriksel yapısı üzerinde çalışılan en önemli alanlardır.
Tüm bu anlatılanlar düşünüldüğünde, teta dalgaları, epsilon dalgaları sanki kaybettiğimiz bir frekans gibi karşımıza çıkmaktadır. Ya çalışıyoruz, ya dinleniyoruz ya da tamamen uyuyoruz. Teta dalgalarının ve epsilon dalgalarının uyku içerisinde yer alması ve şifacıların kullandığı dalga boyları olması sebebiyle uyku konusu ilgimizi daha çok çekmektedir.
EEG ile beyinde değişik frekanstaki beyin dalgalarını ölçebiliriz. Elektrotlar beyindeki elektriksel aktiviteyi ölçmek ve kaydetmek için derideki belli yerlere yerleştirilir. Amaç bir saniye içinde beyinden yayınlanan bir dalganın kaç defa tekrar ettiğini ölçmektir. Bu ölçümü radyonuzda istasyon değiştirdiğiniz andaki frekans belirleme ile kıyaslayabilirsiniz. Bu frekanslar yetersiz, fazla ya da bulunması zor olduğu zaman zihinsel performansımız sıkıntı çekebilir.
Enerji alanlarının Aura ile ilgisi
Konunun en önemli ismi İnsan Enerji Alanları Bilimi araştırmacısı ve "The Science of Human Vibrations/İnsani Vibrasyonlar Bilimi/Malibu Publishing/1995" kitabının yazarı Dr. Valerie Hunt´dur. Hunt geçen 20 yıl içinde UCLA Elektromiografik Laboratuarları´nın Psikolojik Bilimler Bölümü´nü yönetirken, sinir-kas sistemiyle "neuromuscular" ilgili düşük düzeydeki enerji örneklerini belirledi ve kaydetti. Bu düşük güçteki aktivite bir içgüdü gibiydi, bilinmeyen bir kaynaktan geliyordu. Özel Elektromiografi aygıtlarıyla çalışan "Bu aygıtlarla uzayda bulunan astronotların beyin, kalp ve kas sinyalleri ölçülmektedir." Dr. Hunt, söz konusu enerjinin kasların çok çalıştığı zamanlarla, dinlenme zamanları arasında yoğunlaştığını belirledi, yeni örnekler kaydetti. Beden ile ruh arasındaki enerji ilişkilerini de araştıran Dr. Hunt, deriye yerleştirdiği özel gümüş/gümüş klorid elektrotlar aracılığı ile miliwolt düzeyindeki enerjileri saptadı, bu enerji birikimi de yine ara dönemler sırasında oluşuyordu yani normal anlarda artıyor, çalışma veya dinlenme anlarında azalıyordu. Benzer bir deneyi Glendale, California´daki Şifa Işığı Merkezi´nden Rosalyn Bruyere tarafından yapıldı ve auraların tam o anlarda oluştuğu onaylandı. Elde edilen veriler, bilgisayarlara yüklendiğinde ortaya çıkan raporlarda, enerji renk ve miktar olarak görünüyor, çakralara doğru hareketleniyor ve kişinin çevresinde değişen auralar "renkli enerji bulutları" oluşuyordu. Sonogram frekans analizleri ve Fourier testleri yapılarak, veriler derinlemesine incelendi, sonuçlar inanılmazdı. Enerji dalgalarının formları ve frekansları değiştikçe renkler de değişiyor veya etkileniyorlardı. Bruyere, auradaki mavi rengin özelliğinden söz ediyor ve elektronik ölçümlerde bu rengin daima aynı kaldığını ve aynı bölgelerde bulunduğunu raporunda yazıyordu. Aynı deneyi yapan Dr. Hunt, yedi aura görücüsünü yani algı düzeyi yüksek yedi "pşisik" kişiyi deneylerinde kullandı. Denekler aura renklerini doğru olarak gördüler ve benzer sonuçlara ulaştılar. Bunun üzerine Dr. Hunt, yüzyıllardır anlatılan aura görücülüğünün bir gerçek olduğunun, ilk kez tarafsız bir bilimsel ortamda kanıtlandığını açıkladı.
Odanın elektriği azalınca, aura bozuluyor
Bilindiği gibi, elleriyle şifa veren şifacılarla, şifa verilenler arasında bir tür bütünleşme veya birleşme olduğu varsayılır. Örneğin, şifacı acıya veya ağrıya yönelmişse tansiyonu düşmekte ve ortaya güçlü mavi-beyaz-mor enerji alanları çıkmaktadır ve bu alanların verici ile alıcı arasında bütünleştirici bir rol oynadığı görülmektedir. Deneyimli şifacılar, şifa seansını bitirdiklerinde, şifa verilenle aynı enerji alanlarını artık paylaşmaktadırlar; bunun gözlemlenebilmesi ve kontrol edilebilmesi şifanın başarılı veya başarısız olduğunun göstergesidir. Kullanılacak araç ise basit bir Aurametredir.
NASA Uzay Programı sırasında elektromanyetik alanların etkileri araştırılırken, "Mu" adı verilen özel bir odada deneyler ve ölçümler yapılmaktadır. Korunmalı olan bu özel oda UCLA Fizik Bölümü´ndedir, odada havadaki doğal elektromanyetik enerji ölçülmekte ve çekim alanları veya oksijen miktarı değiştiğinde ortaya çıkan farklılıklar gözlemlenmekte ve özel aygıtlarla, elektromanyetik enerjilerin frekansları belirlenmektedir. Buraya kadar her şey bilimsel ve normaldir ama işin içine bir aura görücüsü girinceye kadar... Deneylerde bulundurulan bu aura görücüsünün aldığı sonuçlar ise inanılmazdır. Atmosferdeki elektrik yükü azaldığında, aura alanları düzensizleşmekte, dağılmakta ve anlamlarını yitirmektedirler yani duyusal feedback azalmaktadır. Bu durumda, insanın bedenini algılama oranı düşeceğinden özellikle uzaydayken bedenindeki değişiklikleri de fark edemeyecektir. Auragörücü, enerjinin akıcı olmadığını, çakralar ve insanlar arasında sıçradığını ve enerjinin görüntüsünün balık ağına benzediğini söylemektedir ve bu görüntü Meridyen yollarıyla ilgili değildir. Odadaki elektromanyetik enerji tamamen tükendiğinde, geriye sadece içerde bulunanların enerji alanları kalmaktadır. Bu durumda, birisinin enerji alanı, diğerininkini zayıflatmaktadır. Atmosferik elektromanyetik enerjinin yokluğu, bireysel alışverişi arttırırken, aralarında bir karmaşa oluşmaktadır yani genelde bir bozukluk ortaya çıkmaktadır.
Bu sonuca çok benzer bir olay, yoğun üzüntü, acı ve ağlama anlarında ortaya çıkmaktadır; aşırı üzülen bir insanın çevresindeki elektromanyetik enerji hızla azalmakta ve besleyici özelliğini yitirmektedir. Oda deneyinde elektromanyetik enerji düzeyi arttırıldığında, aura alanları düzelmekte ve normale dönmektedirler. Denekler kendilerini temizlenmiş hissetmekte ve bilinçlerinin açıldığını söylemektedirler. Auralar parlak renklere dönüşmekte ve beyaz vibrasyonlar çoğalmaktadır. Kısacası, bulunduğumuz çevrenin yani atmosferin elektrik yükü veya oranı bizi etkilemekte ve değiştirmektedir.
Biyoenerji kelimesinin anlamı kendisini oluşturan kelimelerin içinde saklıdır. Biyo; hayat, canlı veya yaşayan varlıklar; enerji ise iş yapma yeteneğine sahip olmaktır. Eğer bir madde kendinde var olan güç ile bir şeyi harekete geçirebiliyorsa, buna enerji kelimesi atanır.
Bedenimiz çalışan kaslarımız ile ısı üretir. Bu ısı enerjisi bedenimizdeki nice kimyasal işlevlerin sonucu ortaya çıkar. Bedenimizde sinir sistemimiz üretilen elektrik enerjisi ile işlev görmektedir. Isı ve elektrik akımı birer enerji türü ise ve bu ısı veya elektrik enerjisi mekanik bir düzey tarafından değil de yaşayan, biyolojik bir varlık tarafından üretildiği için bunlara biyoenerji denilir. Tabiatın en temel enerjisi manyetik enerjidir, bu canlı ve cansız her şeyde var olan bir enerji türüdür. Bu gücün kaynağı atomların içinde süzülen elektronlardır. Her varlık atomlardan oluşması nedeniyle kendine özgü manyetik alana sahiptir. Canlı organizmalar da kendi içlerinde hayatlarını idame ettirebilmeleri için elektromanyetik, ısı, kimyasal ve elektrik enerjisini kullanırlar.
İnsanları enerji piramidinin en üst mertebesine taşıyan farklı bir enerjinin varlığı değil, insanoğlundaki bilinçtir. Hayvanın ürettiği enerji ile insanınki aynıdır, insanı farklı kılan insanın bu enerji akımlarını kontrol edebilmesi ve bunları istediği gibi yönlendirebilme kabiliyetine sahip olmasıdır.
NASA araştırmalarına göre uyuyan bir insan kullanıma hazır 81 watt, ayakta duran birisi 128 watt, yürüyen birisi 163 watt, hızlı yürüyen birisi 407 watt, uzun mesafe koşucusu 1048 watt ve kısa mesafe koşucusu 1630 watt’lık bir güç üretir. İnsanoğlu kendinde var olan bu gücü bir noktaya odaklayabilmiş olsa bununla rahatlıkla 100 watt’lık bir ampulü eli ile aydınlatabilir. İnsanoğlu bu elektrik üretiminin yanında bir de ısı üretir. İnsan günlük diyeti ile aldığı 2400 kalori ile saat başına 100 kalori ısı üretir. Vücudumuzda üretilen enerjiye örnek olarak, ısı enerjisi sayesinde enfeksiyonların varlığı tespit edilir, bu ısı biyoenerji seansı sırasında kullanılarak hastalara fayda sağlanır.
Biyoenerji seansı sırasında vücudun yaydığı enerji dalgaları ile sorunlu bölge tanınsa da modern tıbbın bize sağladığı imkânlar sonuna kadar kullanılmalıdır. Günümüzde ABD, Çin, Japonya, Rusya Federasyonu, Batı Avrupa Devletleri ve bilhassa İngiltere’de biyoenerji tıbbı büyük ölçüde hizmete girmiştir ve tıp fakültelerinde ve enstitülerde eğitimi verilmektedir.
Batı Avrupa devletlerinde 17000, İngiltere’de 8000 biyoenerjist hastanelerde görev yapmakta ve özellikle büyük ameliyatlardan önce ve ameliyatlar sırasında biyoenerjiden faydalanıldığı bu sayının ABD’de 30000 olduğu belirtilmektedir.
Enerji sistemindeki blokajlar
Enerji sisteminin bloke olmasına; Yaşanmış fiziksel, duygusal travmalar, stres altında kalmak, zorlu yaşam koşulları, sağlıksız beslenme, hareketsiz yaşam, kişilerin algı farklılığı, korkuları, endişeleri, inatları, vicdanları, yanılgıları, kabul etme ya da edememe durumları gibi birçok faktör enerji sistemini bloke eder ve sistem artık olması gerektiği gibi işlemez.
Sistemdeki bu blokajlar enerji sisteminde strese sebep olur. Enerji sisteminin işleyişi bozulmuştur. Blokajın oluştuğu yere bağlı olarak birçok farklı semptomlar ve yan etkiler görülebilir.
Olay zamanında ya da olaydan hemen sonra blokajın çözülmesi için bir çalışma yapılmamışsa, enerji sistemi problemlerinin oluşturduğu fiziksel ve psikolojik problemler gün geçtikçe kötüleşir.
Ana enerji akışlarının yönü değişmiş ve artık vücut enerji dengesi bozulmuştur. Vücut yeni semptomlar üretmeye başlar ve enerji bedeninin diğer alanları da etkilenir.
Bir blokaj enerji sisteminde ne kadar uzun süre kalırsa, o kadar fazla farklı semptom doğal olarak üretilir ve enerji bedeni stres seviyesi de bütünsel olarak o kadar yüksek olur.
Enerji bedenindeki blokajları kaldırmak kaçınılmaz düzeye gelmiştir. Enerji sistemi ne kadar strese maruz kalırsa semptomlar da o kadar ağırlaşır. Stres yeterince yüksek olduğunda vücut aşağıdaki bu stres belirtilerini göstermeye başlayacaktır.
Bu blokajlar temizlendiğinde, kaldırıldığında stres rahatlatılmış ve semptomların belirtileri de azaltılıp yok edilmiş olur.
Stres belirtileri ve dışa vurumları
Duygu Durum Bozuklukları: Öfke, üzüntü, gerginlik, depresyon ve anksiyete, vs.
Düşünce Bozuklukları: Gerçekçi olmayan düşünceler, karışık düşünceler, açıkça düşünmeyi becerememe, halüsinasyon görmek, paranoya, delice düşünme, düşük özsaygı, şüpheler, mantıksız inançlar, değerler ve tutumlar, çatışmalar, kararsızlık, vs.
Bedensel Duruş Bozuklukları: Dağınık ve karmaşık hareketler, değişken/tamamlanmamış mimikler, yüzde rahatsızlık ifadeleri, koordinasyon eksikliği, kontrol edilemeyen nefes, ses rahatsızlığı, tutulmuş ve kitlenmiş beden, titreme, sallanma, kızarma, performans düşüşü, vs.
Konuşma Bozuklukları: Ritim eksikliği, kelimeleri unutma, kelimeleri birbirine karıştırma, küfürlü sözler söylemek, yüksek sesle ifade, vs.
Sosyal İlişki Bozuklukları: İlişki problemleri, iletişim başarısızlığı, medeni olmayan davranış, bencillik, duygusal zekâ eksikliği, içe dönüklük, vs.
Fiziksel Bozukluklar: Yeme düzensizlikleri, sindirim problemleri, uyku bozuklukları, bağışıklık sistemi stresi, kazalara meyilli olmak, bağımlılıklar, iyileşme başarısızlığı, fiziksel görevler için fiziksel enerji eksikliği, vs.
( Kaynak: Dr. Silvia Hartmann EFT Master Eğitmen Kitabı )
ENERJİ MERKEZLERİNİN SAYISAL DEĞERLERİ
Bedenimizdeki mucizevi sistem saat gibi çalışıyor. Bahsettiğimiz sebeplere ilaveten kişilerin algılarına, korkularına, endişelerine, inatlarına, vicdanlarına, yanılgılarına, kabul etme ya da edememe durumlarına göre de bu sistem sekteye uğrayabilir. Enerji merkezlerimizin sayısal değerleri vardır. Bu merkezler negatif etkilendikçe sayısal değerleri aşağıya doğru inmeye ve giderek eksi (-) değerlerin altına düşer ve ne yazık ki fiziksel-ruhsal olumsuzluklar yaşanmaya başlanır.
DÜNYAYA GELİŞ DEĞERİ
Hepimizin dünyaya gelirken bir “Dünyaya geliş değeri” vardı. Bu değer +1 ile +70 arasındadır. Kişilerin dünyaya geliş değeri değişmez. Fakat şu andaki değerleri yaşam anlayışına göre değişir. Ayrıca dört beden değerleri (Ruhsal, Zihinsel, Duygusal, Fiziksel) -100 ile +100 arasında çalışır. Yeni doğan çocuklarda bu değerler +100 gibi olur. Sağlıklı bir insanda bu değerler +50 ile +75 arasıdır. Kişiler hayatlarına devam ederken çeşitli blokajların da etkisiyle bu değerleri düşürebilirler. Eksinin altına düştükçe blokaj seviyesi ve hastalık semptomları da artmaya başlar.
Bu insanlarda Enerji Dengeleme çalışmaları ve Duygusal Enerji Sağaltımı (DES) yapılmalıdır.
Enerji frekanslarını yükseltmek
Bir dalganın belli bir zaman birimi (genellikle saniye) içerisinde tekrarlanma sıklığına, yani bir saniye içindeki döngü sayısına “frekans” denir. “Hertz” birimiyle ölçülür.
Her şey titreşmektedir. Bu nedenle her şeyin frekansı vardır. İnsan bedenindeki her hücrenin kendine göre bir doğal frekansı vardır.
Aynı şekilde, her hastalığın, her bakterinin, her virüsün de doğal frekansı vardır. Her hücreyi kendi doğal frekansına döndürmek, bedeni sağlığa kavuşturur.
Bedenin frekansıyla çatışan, onu bloke eden dalga boyları ise hastalığa hatta ölüme neden olabilir.
Yalnız somut şeylerin değil, duyguların, düşüncelerin, isteklerin, ilişkilerin, filmlerin, kitapların, dokümanların, toplumsal konuların ve bireysel bilincimizin de frekansı vardır.
Amerikalı Bilim Adamı Dr. David Hawkins ( 1927-2012) frekanslar , frekansların bilinç düzeylerinde etkisi , ilişkisi üzerine binlerce araştırma yapmış ve ortaya Hawkins bilinç haritası denen Tabloyu çıkarmıştır.
Yaptığı deneylerle , yüksek frekanslı duygu ve düşüncelerin ; düşük frekanslı olanlardan daha güçlü ve etkili olduğunu ispatlamıştır.
En yüksek frekansa ulaşmış bir bilincin düşük frekanslı 70 milyon bilinci dengelediğini klinik olarak kanıtlamış ve Power vs Force – An Anatomy of Consciousness (Güç Kuvvete Karşı – Bilincin Anatomisi) kitabında detaylı olarak anlatmıştır.
Bilinç Haritası
Yapılan araştırmalardan kritik seviyenin 200 cesaret olduğu, ölçümü 200 un altında çıkan duyguların düşüncelerin, durumların kişiyi ve çevresini zayıflattığı, yorduğunu, aşağıya çektiğini ortaya çıkartmıştır.
Bir başka ilginç bulguysa, yüksek bilinç frekanslarının şaşırtıcı sayıda düşük frekansı dengelediği yönünde. Bireylerden herhangi birinin bilinç frekansı yükseldiğinde, çok sayıda düşük frekanslı bilinci etkileyip dengeleme imkânı olmasıdır.
Hawkins Bilinç Haritası
300 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 90.000 kişiyi,
400 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 400.000 kişiyi,
500 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 750.000kişiyi,
600 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 10 milyon kişiyi,
700 seviyesindeki bir kişi ise 200’ün altındaki 70 milyon kişiyi dengelediği görülmüştür.
Pozitif ve her şeyi olduğu gibi kabullenen mutlu bir insanın yaydığı enerji, 90.000 insanın yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.
Sevgiyi gerçek anlamda yaşayan bir insanın yaydığı enerji, 750.000 insanın yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.
Barış ve huzur içinde yaşayan bir insanın yaydığı enerji,10 milyon insanın yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.
Mevlana’lığı yaşayan bir insanın yaydığı enerji, 70 milyon insanın yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.
Peygamberlerin yaydığı enerji ise tüm insanlığın yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.
(Kuvvete Karşı Bilincin Anatomisi) kitabından.
Bioenerji alanı gerçekten şifa veriyor mu?
Dr. Hunt, biyolojik tıbbın ve psikoloji yöntemlerinin gelecekte tedavi ve kontrol için bioelektriğe öncelik vereceklerine inanıyor. Şu anda rahatsızlığın ve sağlığın bu alanda başladığını biliyoruz. Dr. Hunt´a göre bu alan teşhis ve tanı alanıdır, öyleyse neden bu alandan yararlanmayalım? Araştırmalar dünyadaki temel ve ilkel tüm reaksiyonların elektromanyetik enerji alanları arasında olduğunu gösteriyorlar; bu reaksiyon ilişkisi çok dinamik ve hızlıdır. Deneylerde bu bağlamda patlamalar görülmüştür ve yaşadığımız olayların çoğu bu patlamaların ardından oluşmaktadır. Dr. Valerie Hunt, 1992 yılında Bioenerji Alan Vakfı´nı kurarak, yirmi yıllık birikimini aktardı. Bugün bu vakıf, koruyucu sağlık konusunda, tümüyle yeni bir bilimsel bakış açısı ve tıbbi yöntemler kullanarak, teşhisler ve tanılar yapıyor ve Yeni Çağ´ın müjdesini veriyor ama her şey bilimsel olması kaydıyla...
Son yıllarda özellikle metropollerde yaşayan insanlarda stres, yorgunluk, halsizlik, gerginlik ve anksiyete gibi problemler teknolojinin gelişimine paralel bir şekilde artış göstermektedir. Bu sorunlara eklenen yetersiz ve dengesiz beslenme, alkol, sigara gibi zararlı alışkanlıkların ve uykusuzluk, hareketsizlik gibi sorunların da eklenmesi sinir sistemini neredeyse çökme aşamasına getirmiştir.
Tüm bu olumsuz faktörler vücudun enerji dengesini de etkileyerek kişinin yaşam kalitesini düşürür. Yaşama sevinci, sağlık ve hayat enerjisi üzerindeki negatif etkileri ortadan kaldırmak için vücudun enerji dengelerini yeniden düzenlemek gerekir. Alternatif tıp tam da bu noktada devreye girer. Modern tıp yöntemleri ile birlikte insan sağlığının korunmasını amaçlayan tedavi yöntemleri çok eskiden beri Uzak Doğu ve Avrupa’da uygulanmaktadır.
Sağlık sorunlarının ilaçlarla tedavi edilmesi beraberinde ilaçların yan etkilerini de getirir. Modern tıp yöntemleri ile birlikte tamamlayıcı tıp olarak da tanımlanabilen alternatif tıp yöntemleri hem ilaç kullanımını azaltır hem de iç dengenin sağlanmasında önemli rol oynar. Son dönemlerde oldukça popüler olan bioenerji yaklaşımı ise vücudun iç dinamiklerini harekete geçirir ve iç dengeyi sağlayarak kişilerin sağlığına kavuşmasına yardımcı olur.
İnsan vücudunda hücrelerin yarattığı sürekli bir enerji formu bulunur. Hücreler kendi içlerinde ve birbirleri arasındaki iletişimi, düşük voltajlı bir elektromanyetik akımla sağlar.
Kişinin zihinsel, ruhsal ve fiziksel enerji alanlarının bileşkesi olan bioenerji, kısaca yaşam enerjisi anlamına gelir. Yaşanan çevre ve bireyin kendi kişisel özelliklerinden kaynaklanan negatif duygu ve düşünceler enerji dengesini bozabilir.
Bioenerji uygulaması vücudu bir bütün halinde ele alır ve vücudun zihinsel, duygusal ve bedensel enerji ayarının yapılmasını sağlar.
Bioenerji tekniği ile hücrelerdeki DNA kodları yeniden düzenlenir ve evrende var olan enerji hatları kişinin bedenindeki enerji hatları ile uyumlanır.
Bedenin bağışıklık sisteminin güçlenmesini destekleyen teknik sayesinde mevcut hastalıkların iyileşmesi ve yenilenmesine katkı sağlanır.
Evrendeki enerji özel teknikler yardımı ile yoğunlaştırılarak herhangi bir cihaz, iğne ve ilaç kullanılmaksızın kişinin bedenine dokunulmadan aktarılır.
Bozulan enerji akımının onarılmasını sağlayan ve dengeleyen bioenerji zararları ve herhangi yan etkisi olmayan özel bir uygulamadır.
Araştırmalar göstermiştir ki bu tür uygulamalar vücudun endojen mekanizmalarını hareket geçiriyor. Mutluluk veren endorfin hormonunu artırıp, adrenal ve kortizon sentezine etki ederek stresi ve anksiyeteyi azalttığı görülmüştür. Yine hücresel immünüte üzerinde etki ettiğini gösteren, pozitif bulgular vardır.
Önceleri panik atak, stres, depresyon gibi psikolojik hastalıkların tedavisinde kullanılan bu yöntemler üzerinde yapılan çeşitli araştırmalarda kalp ritminin yavaşladığı, kan akışının
düzene girdiği, kan basıncının düştüğü, beyin yarım kürelerinin dengelendiği, adrenalin hormonunun ve kolesterolün azaldığı, oksijen tüketiminin düştüğü görülmüştür.
Bilim adamları her canlının bio-alan dediğimiz bir elektromanyetik enerji alanında yaşadığını, sarılı olduğunu kabul ediyor. Bu alan Aura olarak isimlendirilir.
Bu yöntemle şifalanma binlerce yıldır uygulanır ve dünya çapında bilinir.
Fiziksel bedenin, hastalıklı veya hastalık belirtisi gösteren uzun süreli bir dengesizlik durumunda, enerji kapasitesine sahip olan vücudun enerji bedeninin dengelenmesine dayanmaktadır.
Bioenerji terapisi uygulayıcısı tarafından enerji vücudun dengeleme gerçeği ile tedavi mümkün olmaktadır.
Bu, güvenli ve inanılmaz başarılı şifa yöntemi, dünya çapında 50 milyondan fazla insana yardımcı olan bir yöntemdir.
Enerji bedenimiz dengeli ve eşit şekilde fiziksel bedeni çevrelediğinde sağlıklıyız, ancak enerji beden dengesiz dağınık olduğu zaman, çok sık hasta oluruz.
Elle enerji terapisinin etkileri fiziksel işlemlerin sonucudur, plasebo etkisinin değil
Bir hasta ya da doktoru, bir tedavinin işe yarayacağına inandığında o inanç, iyi yönde fiziksel bir değişim sağlayabilir. Bu plasebo etkisi denilen kanıtlanmış bir olaydır ve pek çok kişi enerji uygulamalarının da bu şekilde çalıştığı şeklinde yanlış kanıya sahiptirler. Ancak kanserli fareler üzerinde yapılan olağanüstü bir çalışma, enerji çalışmalarının plaseboyla ilgisinin olmadığını göstermiştir.
Elle enerji çalışması yapan bir şifacıyla bağlantılı olarak birçok kanserde azalma vakasına şahit olduktan sonra, araştırmacı Krinsley D. Bengston, şifa etkisini yeniden nasıl oluşturabileceğini öğrenmek için kendisine çıraklık yaptı. Bengston, enjeksiyondan sonraki 14 ila 27 gün içinde %100 ölüm oranı öngörülen meme kanseri olan 5 deney faresi temin etti. Kuşkucu bir kişi olan Bengston bu farelere 30 gün boyunca günde bir saat tedavi uyguladı. Tümörler “lekeli bir bölge” oluşturdu, daha sonra ülsere dönüştü, içe çöküp kapandı ve fareler normal yaşam sürelerince yaşadılar. Başka şehre gönderilen meme kanserli kontrol grubu farelerin hepsi öngörülen zaman zarfında öldüler.
Sonuçlar o kadar kayda değerdi ki farklı şehirlerde deney, hepsi elle enerji şifası verme konusunda eğitilmiş kuşkucu gönüllülerle üç kere tekrarlandı. Bu üç çalışmada, enerjiyle tedavi edilen farelerin %87,9’u yaşadı, kontrol grubu farelerin %100’ü öldü. İlaveten dört deneyden ikisinde azalma gösteren fareye kanser enjekte edildi ve önerildiği gibi devam eden, uyarılmış immünolojik (bağışıklık sistemiyle ilgili) bir tepki alınmadı. Doku bilimsel çalışmalar, hastalığın azalmasının tüm etapları boyunca kanser hücrelerinin canlılığını teyit etmiştir.
Bengston, “kesin olmayan sonuçlar, etkinin görülmesi için ellerin konulması gerekmediğini göstermektedir; tedaviye, çoğaltılabilir ve öngörülebilir uyarılmış bir bağışık tepki vardır ve hastalık geçtikten sonra fare aynı kansere bağışıklık kazanmaktadır.” diye yazmıştır.
Bioenerji ölçülebilir elektrik ve manyetik özelliklere sahiptir
Enerji tıbbı biliminin önde gelen mercilerinden biri olan Dr. James L. Oschman’ın Tedavi Biliminde Enerji Tıbbı ve İnsan Performansı adlı kitabında belirtiğine göre “Artık çeşitli enerji terapilerinin etkileri hakkında bir dizi mantıklı, test edilebilir ve aksi ispatlanabilir varsayımlarımız bulunmaktadır.” “Ölçülmesi en kolay şeyler olduğu ve etkileri hakkında daha çok şey bildiğimiz için elektrik ve manyetik enerjilere odaklanıyoruz.”
En temel fizik kanunlarından biri olan Ampere Yasası insan vücudunun içinde ve çevresinde bulunan elektrik ve manyetik enerjileri açıklar. Ampere Yasası’na göre elektrik akımları, tel ya da canlı doku olsun iletkenler aracılığıyla aktığında çevresinde manyetik bir alan oluşturur. Kalp ve diğer kaslar, beyin ve diğer organlar dahil canlı doku elektriği ilettiğinden fizik kanunlarına göre vücudun etrafında, biomanyetik alan denen manyetik bir alan yaratırlar.
Modern manyetobiyoloji bilimi, canlı sistemlerdeki manyetik alanları keşfetmektedir ve bu alanlar manyetometre ve süper iletken kuantum engelleme cihazı (SQUID) gibi aletlerle ölçülebilmektedir.
Özellikle kuantum fiziğin ortaya çıkmasıyla biomanyetik alanları ölçen aletler gitgide gelişmiştir. Ancak Batı tıbbı, hasta teşhis ve tedavisinde, manyetik rezonans görüntüleme (MRI), kalp pilleri ve defibrilatörler, lazer, manyetik ve elektrikli biyopsiler vb dahil enerji bazlı teknolojileri uzun zamandır kullanmaktadır. Elektrokardiyogram ve elektroensefalogram 1920’lerden beri kullanılmaktadır yani tedavi amacıyla biomanyetik alanla çalışmak neredeyse yüzyıllık bir tıp uygulamasıdır.
Manyetik alanları titreştirmek doku, kemik ve vücudun diğer bölümlerinin şifalanmasını hızla başlatabilir
1970’lerde yapılan biomanyetik araştırma, bazı manyetik alanların, tedaviye direnen kemik kırılmalarında iyileştirme sürecini uyardığını göstermiştir. Kısa süre sonra FDA (Amerika Yiyecek ve İlaç Derneği), kemik tedavisi için kırığın yakınına yerleştirilen tel bobinlerle kemiğe elektrik akımı ileten Titreşen Elektromanyetik Alan Terapisi’ni (PEMF) onaylamıştır. Gerekli frekans aralığı 7 Hz.’dir.
Enerji terapistlerinin elinden gelen titreşen manyetik alanlar, doku onarımını uyarmak için en uygun frekans aralığındadır
Biyolojik olarak insan dokusunu uyaran elektromanyetik frekansların en uygun seviyelerine aşırı derecede alçak frekans (ELF) aralığı denmektedir. Sinir yenilenmesi için saniyede 2 devir (Hz), kemik gelişimi için 7 Hz, bağ tedavisi için 10 Hz ve kılcal damar oluşumu için 15 Hz olarak saptanmıştır.
Dr. John Zimmerman, hastaları üzerinde çalışırken enerji terapistlerinin manyetik alan frekanslarını ölçmüş ve hepsinin ellerinden ELF frekansı yaydığını saptamıştır. Bu alanın frekans aralığı 0.3 ila 30 Hz arasındaydı ki bu da sağlıklı doku ve organların frekans aralığıdır. Enerji terapistlerinin ellerinde en çok rastlanan frekans 7 Hz.di ki bu da FDA onaylı kemik gelişiminde kullanılan PEMF ile aynı frekanstır.
“Esas olarak,” diyor Dr. Oschman, “uygulayıcının elinden çıkan elektromanyetik alanlar, yakınında bulunan kişilerin doku ve hücrelerinde akım meydana getirebilirler.” Bununla ilgili detaylı kanıtlar Kalp Matematiği Enstitüsü’nün Dokunuşun Elektriği adlı yayınında belgelenmiştir.
Enerji terapistlerinin beyin dalgaları yeryüzünün manyetik alanı ile senkronizedir. Aşırı düşük frekans (ELF) aralığı, 7.83 Hz olarak tahmin edilen yeryüzünün elektromanyetik tayfı olan Schumann Rezonansı’dır. Bazı bilim insanları buna, canlılar ritmiyle senkronize olduklarında doğal şifa özellikleri oluşturduğunu iddia ettikleri gezegenin ‘diyapazon’u derler.
Senkronizasyon, iki obje ortak titreşim ya da frekans seviyesiyle uyum sağladığında gerçekleşir. Bu tür senkronizasyona, hastaları üzerinde çalışma yaparken enerji şifacıları arasında sıklıkla rastlanmaktadır. Araştırmacı Robert C. Beck, EEG kaydı kullanarak şifa sırasında çeşitli uygulayıcıların beyin dalgası aktivitesini izlemiştir ve hepsinde, alfa konumu olan ortalama 7.8 ila 8.0 Hz beyin dalgası aktivitesi kaydedilmiştir. Aktif terapi boyunca şifacıların beyin dalgalarının safha ve frekans açısından yeryüzünün elektromanyetik tayfıyla senkronize hale geldiği sonucuna varmıştır.
Enerji uygulayıcıları “evrensel enerji”ye kanallık etmiş oluyorlar. Enerji terapistleri kesinlikle, insan vücuduna en uygun şifa olarak görülen “evrensel frekans”ın iletkenleridir.
Şefkat ve sevme niyeti manyetik alanı büyütür. Kalp, beyninkinden yaklaşık 100 kat daha güçlü olan ve yaklaşık 15 fit atabilme kabiliyetiyle vücutta en büyük elektrik ve manyetik alanı üretir. Kalp Matematiği Enstitüsü’nde araştırma direktörü olan Rollin McCraty, kişinin duygusal hali ile kalbin elektrik sinyallerinin frekans tayfı arasında bir ilişki olduğunu kanıtlamıştır.
McCraty’ye göre kasıtlı olarak şefkat, sevgi ve takdir hisleri duymak biomanyetik alanda görülebilen ve vücut hücrelerine fayda sağlayan belli bir elektrokardiyogram frekans tayfı üretmektedir. Bu niyet sürdürüldüğü taktirde frekans, suyun ve hatta DNA yapısında değişimlerin olmasını sağlayacak kadar güçlüdür. Bu sebeple, McCraty, şifacı ne kadar samimi bir sevgi ve şefkat durumuna odaklanırsa enerji çok daha uyumlu olup doku tedavisine çok daha etkili olacağı sonucuna varmıştır.
Enerjiyi imgelemek ölçülebilir elektrik ve manyetik alanlar yaratır
Bu, Dr. James Oshman’a göre, kuvvetlendirme denilen yaygın bir psikolojik işlem aracılığıyla oluşur. “Bir sembolün ya da herhangi bir başka objenin göz retinasındaki görüntüsü, optik sinirden beynin optik lobuna yol alan bir elektrik aktivitesi örneği oluşturur. Retinadaki ışık örneği, kafanın arkasındaki kortekste dürtü örneğine dönüşür.”
Beynin kortikal haritası retinal bölgeden yaklaşık 10.000 kat daha büyük olduğundan kuvvetlendirme oluşur. Retina sinirleri diğer pek çok sinirle temasa geçer böylelikle elektrik enerjisi geniş bir alana yayılır. Beyindeki bu sinirsel aktivitenin oluşturduğu elektrik ve manyetik alanlar kafayla sınırlı kalmaz sinir sistemi, bağdokusu ve dolaşım sitemi aracılığıyla tüm vücuda yayılır. Yani fiziksel olarak bir sembole bakmak ya da sadece onu imgelemek ölçülebilir elektrik ve manyetik alanları oluşturan sinirsel aktiveye neden olur.
Enerjiyi anlatan basit bir tanım
Tüm bu keşifleri temel alarak Dr. James Oshman bilim temelli basit bir tanım sunmaktadır: “şifa enerjisi ister tıbbi bir aletten üretilsin ister insan vücudundan yansıtılsın, bir ya da daha fazla dokuyu tedaviyi sağlayan belirli bir frekans ya da bir dizi frekanstır.”
Kaynaklar dahil enerji tıbbıyla ilgili daha detaylı bilgi aşağıda sunulmuştur. Ancak bu genel açıklama, hastaların, meraklı ve şüpheci yaklaşanların Reiki’nin arkasındaki bilimi biraz olsun anlamasına yardımcı olmak için sağlam bir adımdır. Bu konularda daha fazla bilgi sahibi olmak isterseniz aşağıdaki kaynaklardan yararlanabilirsiniz.
-
Enerji Tıbbı: Bilimsel Temel, James L. Oschman
-
Tedavi Biliminde Enerji Tıbbı ve İnsan Performansı, James L. Oschman
-
Kalbin Şifresi, Paul Pearsall
-
Kalbin Bilimi: İnsan Performansında Kalbin Rolünün Keşfedilmesi, Kalp Matematiği Araştırma Merkezi, Kalp Matematiği Enstitüsü
-
Şifa Sırasında Biyoenerji Uygulayıcısı ile Hasta Arasındaki EEG Genişliği, Beyin Haritası ve Eşzamanlılık, Süptil Enerjiler Dergisi, Vol. 1, No. 3, Süptil Enerjiler ve Enerji Tıbbı Çalışmaları Uluslararası Cemiyeti
-
Bilim ve İnsan Enerji Alanı, William Lee Rand tarafından röportajı yapılan James L. Oschman, Vision Publications
-
Fareye Nakledilmiş Meme Kanserinde “El Sürmenin” Etkileri, Krinsley D. Bengston, Bilim Keşfi Dergisi, 2000; 14:353-364
-
Makale © 2009 Bernadette Doran
Aslında her şeyin özü titreşimlerdir. Madde, enerjinin yoğunlaşmış halidir. Düşünce enerjidir ve enerji sürekli titreşerek bir salınım oluşturur. Bizler de insanoğlu olarak sürekli titreşen enerjileriz. Titreşim seviyelerimiz düşük olduğu için yeryüzünde çökelmiş şekilde yani, kütle beden olarak hayatımızı devam ettiririz. Her şeyin yapıtaşı olan atomun elektronlarının, çekirdek etrafındaki dönüşleri de bu enerji ile olur. Bizim titreşimimize uygun şekilde titreşen enerjileri de kendi titreşim dünyamızda kütle olarak görebiliyoruz (diğer insanlar, hayvanlar, masa, sandalye vb. Bu tıpkı, bir gitarın tellerinin titreşmesi gibidir. Gitarın telini oynattığınızda önce hızla titreşir ve teli göremezsiniz. Sonra titreşim azalmaya başlar ve tel görünür hale gelir. Bizler de şu anda saniyede ortalama 300 titreşimle birbirimizi görebiliyoruz, ama saniyede 10 bin kez titreşen varlıkları göremiyoruz. Onları boyut üstü varlıklar olarak adlandırıyoruz.
Şifacıların (Şifaya vesile olma gücüne sahip kişilerin), titreşim düzeyi de saniyede ortalama minimum 500 titreşimdir. Titreşimler arttıkça kişilerde belirli güçler ortaya çıkar. Örnek olarak 1.000 titreşimin üzerinde telepati kanalı gayet akıcı şekilde açıktır. Saniyede 10.000 titreşim seviyesinde insan astral seyahat yapabilir konuma gelir.
Çoğu zaman gizemli bir güç şeklinde yorumlanan, bedende dolaşan enerji akımının zannedildiği gibi gizemli kavramlarla çok fazla bağlantısı yoktur. Enerji seanslarında kullanılan enerji, beden elektriği ve manyetizmasından oluşmaktadır. Bedendeki manyetik ve elektrik enerjisini artıran şey, kan serumundaki yüksek alkali seviyedir. Yüksek alkali seviyede beden yoğun enerji üretmektedir.
Dev manyetik direnç buluşu ile 2007 yılında Nobel Fizik ödülünü alan Fransız Albert Fert ve Alman Peter Grünberg’de dolaylı olarak bu sistemin açıklanmasını sağlamış bulunmaktadırlar. Bilimsel olarak elektrik akımındaki çok küçük değişimlerin dev manyetik alanlara yol açabileceğinin anlaşılması, bedendeki çok küçük elektrik akımı değişimlerinin nasıl yoğun manyetik enerjiye dönüştüğünü anlamamızı kolaylaştırmıştır.
Vücudumuz en genel işlevi ile bir transformatör olarak çalışmaktadır. Farklı köklere ya da frekanslara sahip hava, su, güneş ışını, yiyecek, su gibi maddesel; duygu, düşünce gibi süptil kaynakları transformasyona uğratarak ihtiyacımız olan yaşam enerjisine dönüştüren enerji merkezlerimizi Çakra diye tanımlamaktayız.
Çakralar, ihtiyacımız olan yaşam enerjisinin üretilmesinde, bizi kuşatan enerji okyanusu ile düzgün bir biçimde iletişimde kalmamızda birinci derecede etkilidirler.
Vücuttaki hormon üretimini ağlayan endokrin bezlerini de yönetmekte olan Çakralar, ait oldukları bölgedeki organların görevlerini tam ve sağlıklı yürütmelerinden sorumludurlar.
Vücudumuzda daha fizik bedene intikal etmeden önce enerji bedenlerinde ortaya çıkan negatif enerjiler, önce aurayı zayıflatmakta, delmekte ve yırtmakta daha sonra da vücudun enerji kapıları olarak adlandırdığımız merkezleri (çakralar) tıkayarak enerjinin düzgün dolaşımını engellemektedir.
Vücudumuz sürekli hislerimizi moleküllere çevirir. Düşüncelerimiz ve hislerimiz biyolojimizi etkiler. Arzu edilen, insanların hiç hasta olmamalarıdır.
Hastalık, negatif enerji frekanslarının vücutta birikim yaparak, zayıf buldukları bir bölgede eyleme başlamaları, o organ veya sistemde hakimiyet kurmaları ve böylece sistem bozukluğuna, yani hastalığa yol açmalarıdır.
Çakraların tıkanması ya da düzensiz çalışması sonucu kontrol ettikleri bölgelerdeki bezler çalışmalarını yavaşlatmakta ya da tamamen durdurmaktadırlar. Devamında da sistemin balansı bozulmakta, denge kaybı süreci yaşanmaktadır. Bu süreci sağlığın bozulması takip etmekte, bölgede oluşan negatif enerjiler daha sonra o bölgede fiziksel ya da ruhsal sağlık problemleri olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu enerji vücut dinamiğine, bağışıklık sistemine, metabolizma ve hormonlar üzerine etki eden güçtür. İnsan bedenini çevreleyen elektromanyetik alanın birçok önemli fonksiyonu vardır.
Sağlıklı bir bireyde TORUS şeklinde ve 2,5 -3 mt yarı çapında olduğu kabul edilmektedir. Birey spritüel olarak geliştikçe enerjetik titreşimi artar ve buna bağlı olarak dışsal güçlerden etkilenmeden sağlıklı olarak yaşamını sürdürür.
Ayrıca bilim, zihnin sınırları olmadığını kanıtlamıştır. Bir kişinin düşünceleri ve hisleri, yaşam enerjisini çok büyük ölçüde etkilemektedir. Bu da fiziksel ya da psikolojik bütün sağlık problemlerinin %90 ‘ının zihinsel nedenlere dayanmasını net bir şekilde izah eder. Geriyekalan%10’da ise genetik (karmik) ve çevresel faktörler söz konusudur.
İşte bu yüzden holistik (bütüncül) bir evren modeli ile desteklenen bioenerji terapisi, şifa süreci boyunca bütün vücudu ele alır. Bu yönüyle çok olağanüstü bir terapi metodudur.
Enerjinizi doğru bir rezonansla kullanabildiğinizde pek çok farklı konuda şifa sağlayabilirsiniz. Örneğin; modern tıpta depresyon tedavisinde, beynin belli bölgelerine elektrik akımı ve manyetik uyarım vererek tedavi yöntemi (Elektro Konvülsif Terapi –EKT) geliştirilmiştir. Şifa çalışmalarında da ellerin başın üzerine tutulması benzer manyetik etki göstermektedir. Bioenerjist, enerjiyi ellerine yönlendirerek depresyonda ve psikosomatik hastalıklarda modern tıbbın bile ulaşamadığı başarıları yakalayabilmektedir.
“Evrensel Yaşam Gücü” adı, evvelce Doğu Avrupa ülkelerinde parapsikolojik araştırmalarda bulunmuş bilim adamları tarafından verilmiş bir addır. Araştırmacılara göre bioenerji, canlıların bedenlerinden özellikle insan bedeninden çıkan, her şeye bağlanan, denetlenebilen ve yönlendirilebilen bir enerji türüdür.
Psikokinezide ve benzeri psişik fenomenlerde esas rolü bu enerji oynar. İlk kez Avustralya’lı hekim ve psikanalist Wilhelm Reich(1897 –1957) tarafından “vücuttaki yaşam enerjisi” anlamında kullanılmıştır. Geleneksel hipnoz yönteminin kökeni ise 18. yüzyılın sonlarına dayanıyor. Dr. F. Anton Mesmer, 1778'de Viyana'dan devrim yaratacak yeni bir tedavi yöntemiyle dönmüştü. Mesmer, hipnozu "Mesmerizm" adını verdiği manyetizmaya bağlamıştı. Kişiler arasında görünmez manyetik bir sıvıdan bahsetmişti.
İbn-i Sina (980-1037) Orta çağın en ünlü hekimi. İnsanın bir diğeri üzerinde oluşturduğu iyi veya kötü tesirlerin varlığını kabul etmek ile kalmaz, insanın uzak mesafelerden de etki edebileceğine inanır. De Natura isimli kitabında geçmekte.
İtalyan Filozof Pietro Pomponazzi (1462-1525) İyileştirici ve güçlü yeteneklere sahip insanlar vardır. Bu yetenekler istek gücü ile dışarı çıkar, onu alan bedenlerde etkiler oluştururlar. Bunlara Doğal Etkenler der.
Van Helmot (1579-1644) Belçikalı kimyager ve hekim. Manyetize edilmiş cümlelerin etkisine inanır, güç yükleyip iyileştirici etkiler meydana getirebilir. İnsanda öyle bir enerji var ki, irade ve imajinasyonu vasıtasıyla kendi dışında bir etki oluşturabilir. Modern deneycilerden, uzaktan şifanın olabileceğini kabul edenler çoktur.
Jean Philippe François (1753-1835) İnsan beden ve ruhtan oluşmuştur. İnsanlar birbirlerine karşı, irade yolu ile etki etme melekesine sahiptir. Bu melekeye Manyetizm adı verilir. Manyetizm doğa güçlerini kullanmak ve düzenlemek işidir. Tabiatın gidişi yabancı etkenlerle rahatsız edildikçe onu yeniden kurmak güç gelir. Tanrı’nın insana verdiği çok güzel ve kıymetli bir yetenek.
Einstein (1879-1955) ise, bilgelerin binlerce yıldır öğrettiklerini fizikle göstererek: “Maddi dünyamızdaki her şey- canlı ya da cansız- enerjiden meydana gelmiştir ve her şey enerji yayar. Evrenin sürekli gelişen, dinamik doğası ancak başka bir boyuttaki daha üstün bir rehber zekanın çalışması olarak anlaşılabilir.” demiştir…
Negatif Enerji
Evrende enerji tekdir. Ancak enerjiyi negatif ya da pozitif yapan insan bilincidir. Özellikle kolektif bilinç enerjinin pozitif mi negatif mi olacağını derinden etkiler. Negatif enerji temel olarak evrensel bütünlüğe ve uyuma zarar veren, kişinin enerji dengesini olumsuz yönde etkileyen ve hem bütüne hem kişiye zarar veren enerji frekansı demektir.
Evrende her şey enerjiden oluşmaktadır. Canlı cansız her şey titreşen enerjidir. Fiziğin geldiği son noktada enerjinin tek olduğu ve titreşen varlıkların arasında aslında bir boşluk olmadığı bilinmektedir. Yani varlıklar arasına ayırım koyan ve farklı algılayan sadece beyindir. Bu noktadan hareketle her şeyin titreşen enerjiler olduğu gerçeği insanların içsel ve dışsal enerjilerden önemli ölçüde etkilendiklerini göstermektedir. Bir insanın sağlığını bozan, duygusal ya da zihinsel sorunlar yaşatan şeyde içsel enerji dengesizlikleri ya da dışsal negatif enerjilere maruz kalmasıdır.
Doğuştan hepimizde bulunan ve elektromanyetik alan titreşimi olarak tanımlanan auratik alanımız dışsal negatif enerjilere karşı önemli bir kalkandır. Ancak auramızın zayıfladığı durumlarda aura bu işlevini yeterince yerine getiremez. Dr. Kirlian’ın bulduğu Kirlian makinesi ile auranın fotoğrafı çekilmiştir ve artık auranın varlığı ispat edilmiştir. Ancak auranın eğer gerekli çalışmalar yapılmazsa içsel ya da dışsal nedenlerle zayıfladığı ve koruma işlevini yerine getiremediği de bilinmektedir. Örneğin bir üzüntü ya da negatif düşünceli insanlarla bir arada olmak aurayı zayıflatan birçok nedenden biridir. Kişi negatif enerjilerden korunmak için auratik alanını güçlendirmek zorundadır. Bunu yapmanın birçok yolu vardır. Örneğin bioenerji çalışmaları, pozitif ortamlarda bulunma, doğayla baş başa kalma, olumlu beslenme alışkanlıkları bu yollardan birkaç tanesidir. Ancak yoğun bir negatif enerji tesiri altındaysanız aurayı güçlendirmeniz de kolay olmayacaktır.
Negatif enerji etkisi içsel ya da dışsal nedenlerden kaynaklanabilir. İçsel olanlarda kişi bilinçsizce negatif enerji üretiyordur ve bu şekilde hem kendisine hem başkalarına zarar veriyordur. Dışsal nedenlerde ise kişi bir başkasının ürettiği bilinçli ya da bilinçsiz kullandığı negatif enerjiye maruz kalıyordur. Her iki durumda da kişinin yaşamında bazı olumsuzluklar görünür. Bunlardan bazıları sürekli yinelenen hastalıklar, yaşamın kısır döngüye takılması, kısmetsizlik dediğimiz durum yani işlerin sürekli ters gitmesi, sonuçlanmayan işler, sürekli düşmanlıklar görme, huzursuzluk ve mutsuzluk, sürekli halsizlik ve insanlarla birlikte olmaktan rahatsız olma gibi durumlardır.
Eğer negatif enerji içsel nedenlerden kaynaklanıyorsa bunun çözümü çok daha kolaydır. Bilinç düzeyinizi değiştirerek yapacağınız bazı çalışmalarla bu etkiden kurtulabilirsiniz. Dışsal nedenlerden kaynaklanıyorsa ve negatif enerjiyi size yönlendiren kişi bunu bilinçsizce yapıyorsa bu durumdan kurtulmak biraz daha fazla çalışma isteyecektir. Ancak bir kişinin bilinçli negatif enerji yönlendirmesi ile karşı karşıya iseniz durum biraz daha karışıktır. Bu durumda kendinizi korumanız ve bu kişiye karşı etkili bir savunma mekanizması geliştirmeniz gereklidir.
Negatif enerji etkisinde misiniz?
Aşağıdaki maddelerin en az 4 tanesini yaşıyorsanız negatif bir enerjinin tesiri altında olduğunuzu söyleyebiliriz.
1- Sürekli huzursuzsanız, endişeliyseniz ve nedenini bilmiyorsanız.
2- Yaşamınızda sürekli aynı sorunlar defalarca karşınıza çıkıyorsa ve yaşamınız bir kısır döngüdeyse.
3- İnsanlar sizinle konuşunca rahatlıyorlarsa ve siz kendinizi kötü hissediyorsanız.
4- En pozitif işleriniz bile son anda tersine dönüyorsa ve hep beklenmedik sorunlar yaşıyorsanız
5- Uykusuzluk, iştahsızlık veya halsizlik sorunlarınız geçmiyorsa.
6- Ne kadar çalışırsanız çalışın kısmetsizlik yakanızı bırakmıyorsa.
7- Özellikle bir kişi ya da bir kaç kişiyle aynı ortama girdiğinizde yorgunluk, baş ağrısı, sıkıntı gibi duygular yaşıyor ve ortamdan kaçmak istiyorsanız.
8- Sürekli karabasanlar görüyor, birinin sizi izlediğini düşünüyor ve nedensiz korkular duyuyorsanız.
9- Kaybeden sürekli siz oluyorsanız ve haklı bile olsanız hakkınızı aramak konusunda kendinizi aciz hissediyorsanız.
10- Ne yaparsanız yapın, yaşamdan tat alamıyorsanız ve her işiniz yarım kalıyorsa.
Negatif enerjilerin etkisinden kurtulmak için bioenerji yöntemlerini kullanmanız olumlu sonuç verecektir.